Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Değerli Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyenleri! Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun…
Ramazan-ı şerifin rahmetlerinden, bereketlerinden, nimetlerinden, kısmetlerinden, ikramlarından alemlerin Rabbi Mevlâmız sizleri büyük miktarlarda hissedâr eylesin, nasîbdâr eylesin… Büyük nimetlere, lütuflara mazhar olun… Cenâb-ı Hak dünya ve ahiretinizi ma’mur ve mes’ud eylesin…
a. İlim Öğrenmenin Önemi
Hatîb-i Bağdâdî ve Taberânî’nin Ebû Ümâme RA’dan rivayet ettiği bir hadisle sohbetime başlamak istiyorum. Peygamber Efendimiz umûmî bir hitapla buyurmuş ki:
RE. 495/5 (Yâ eyyühen-nâs! Aleyküm bil-ilmi kable en yukbeda ve kable en yurfa’. El-àlimü vel-müteallimü şerîkâni fil-ecr, ve lâ hayra fî sâirin-nâsi ba’d.)
Umûmî bir konu. Her zaman vurguladığımız ve teşvikte bulunduğumuz bir saha bu. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Yâ eyyühen-nâs!) “Ey insanlar! (Aleyküm bil-ilm) “Size ilim öğrenmek başlıca ana amaç olsun, iş olsun; size onu tavsiye ederim. Baş vazifeniz, önemli işiniz olsun!”
Aleyküm, Arapçada bir terim, “sizin üzerinize” demek. “Sizin üzerinize ilm ile ilgilenmek, onu öğrenmek bir görev olsun!” gibi bir mânâsı var.
Ama ilim öğrenin diyor da Peygamber Efendimiz, bir de buyuruyor ki: (Kable en yukbada)“Kabzolunmadan önce, (ve kable en yürfea) yeryüzünden semâya kaldırılmadan önce ilmi öğrenin!” buyuruyor.
Ve devam ediyor: (El-àlimü) “İlmi bilen kişi, (vel-müteallimü) ilmi öğrenmeye hevesi olan talebe, öğrenci, (şerîkâni fil-ecri) sevapta, mükâfâtta, Allah’ın verdiği ecirde ortaktır.” Yâni o da sevap alır, öbürü de sevap alır. Yarıya bölüşmek değil de, ikisi de ecir kazanırlar. Alim de öğrettiği için sevap, ecir alır büyük miktarda; öğrenci de öğrendiği için büyük sevap alır.
(Lâ hayra fî sàirin-nâsi ba’d) “Bunlardan sonra, öteki insanlarda hiçbir hayır yoktur.” diyor Peygamber Efendimiz. O halde hiçbir hayır olmayan kimse durumuna düşürmeyelim kendimizi, ailelerimizi, çoluk çocuğumuzu… Yâni ne demek; “İlimle meşgul olalım, ilim öğrenelim!” demek.
Biliyorsunuz, benim mesleğim ilim yolu; üniversite hocası olarak yaşadım, çalıştım, emekli oldum. Tabii ben okuyorum. Çok okunacak şey var, çok güzel kitaplar var ve biz maalesef, o kitaplar kütüphanemizde bulunduğu halde, onların feyzinden, içindeki bilgilerin güzelliğinden yararlanmakta biraz gevşek davranıyoruz.
Şimdi bugünlerde bizim dergimizin abonelerine hediye olarak verdiği Sahabe Hayatından Tablolar kitabı önümde, onu okuyorum ve hepinize bu konuşmamda onu tavsiye edeceğim. Bu kitap kütüphanenizde varsa, birinci cildinden okumaya başlayın ve bu Ramazan bitmeden, her gün yirmi sayfa, otuz sayfa, kırk sayfa çoluk çocuğunuzla okuyun! Lütfen sahabe-i kiramı tanıyın!
Bak, Sahabe Hayatından Tablolar (Rıdvânullàhi aleyhim ecmaîn) Bir cildi de hanım sahabilerle ilgili, o da çok önemli… Bakalım Peygamber Efendimiz’in asr-ı saadetinin o mübarek evliyâları, o mübarek insanları nasıl insanlarmış?..
Önce kâfir, müşrik olanlar, sonradan nasıl olmuş da evliyâ olmuşlar, Allah’ın sevgili kulları olmuşlar?.. Nasıl İslâm’a girmişler, nasıl çalışmışlar, islâm’ı nasıl yaymışlar?.. Çok önemli görüyorum.
Bana şimdi kardeşlerim telefonla, faksla sordular: “İ’tikâfa gireceğiz, sünnettir, bu vazifeyi yapacağız. İ’tikâfta ne çalışma yapalım?” dediler. Ben onlara tavsiyelerde bulunmuştum amma, diyorum ki, buSahabe Hayatından Tablolar kitaplarını, üç kitabı nasıl bitireceksiniz?.. Gayret göstererek, çok okuyarak bitireceksiniz, hem de çoluk çocuğunuzla…
Çünkü insan gözleri yaşararak okuyor ve hakîkî imanın, insanı nasıl değiştirdiğini görüyor.
İkibin yılı Tevhid Yılı değil miydi?.. İlan ettik, İkibin yılı Tevhid Yılı… İkibin yılıyla başlanacak olan, başlayacağımız 21. Asır, tevhid asrı… Bu nasıl olacak?.. Çalışmamızla olacak. Sahabe-i kiram gibi çalışmamızla olacak.
Nasıl sahabeden bazı şahıslar –göreceksiniz okuduğunuz zaman– azılı İslâm düşmanı iken, Kur’an düşmanı iken, Peygamber efendimiz’in hasmı iken, ona kin tutan, onu öldürmeğe çare arayan kimseler iken, nasıl olmuş mü’min-i kâmil haline gelmişler, ashab-ı kiramden olmuşlar?.. Nasıl olmuş, cennetlik insanlar olmuşlar?.. Nasıl hayatlarını İslâm’a vakfetmişler; Allah yolunda mallarını, canlarını nasıl sarfetmişler?..
Bunu başka türlü, başka kitaplardan öğrenmek mümkün olmuyor. Nasıl öğreneceğiz?.. Uygulamalı öğreneceğiz. Nasıl uygulamışsa sahabe-i kiram, hayatlarını nasıl geçirmişlerse, o sahabe hayatından sahneleri görerek; çizilmiş sahneleri, kelimelerle tasvir edilmiş sahneleri, şahsiyetlerin hayatlarını, davranışlarını okuyarak anlayacağız. Bu bize çok lâzım!..
Yirmibirinci Asır’da, İkibin yılında tevhidin yayılması için, Lâ ilâhe illallah’ın hakim olması için, İslâm’ın muzaffer olması için; nurunun sönmeyeceğini Allah’ın garanti verdiği, “Allah’ın nurunu söndürmeğe ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, Allah’ın nuru sönmeyecek.” diye Cenâb-ı Hak teminat veriyor. O nurun sönmemesinde görev almak önemli, sevabı kazanmak önemli!.. Biz çalışalım, biz sevap alalım!
Amerika’dan, Avrupa’dan, İngiltere’den, Fransa’dan, Almanya’dan, İsveç’ten müslüman oluyorlar, İslâm’a hizmet ediyorlar. Kardeşlerimiz oluyorlar.
Fransız bir aile, kocası da doktor, hanımı da doktor; yıllık izinlerini alır almaz ilaç fabrikalarını dolaşıp, bağış olarak ilaçları alıp, dosdoğru Afganistan’a varmışlar. Yıllık izinlerini hastanede görev yaparak geçirmek üzere varmışlar, ilaçları dağıtmışlar, mücahidlere yardım etmişler. Bunu bana Fransa’da anlatmışlardı, ben de sohbetlerimde söylemiştim.
O diyarlarda İslâm’ın güzelliğini anlayan o kardeşlerimiz nasıl çalışıyorlar, ne kadar güzel çalışıyorlar… Yâni İslâm’a çalışacak insan eksik kalmaz; amma, İslâm’dan biz mahrum kalmayalım! Şehidlerin torunları, evliyâullahın torunları; “Benim dedem şeyhti… Benim ecdadım sahabelerdendir… Ben Peygamber Efendimiz’in neslinden seyyidlerdenim…” vs. diyen kimseler şimdi çoluk çocuklarıyla İslâm’dan, imandan uzaklaşıp, İslâm’a hizmet şerefini başkalarına kaptırırlarsa çok yazık olur, dedeleri üzülür.
Onun için var gücümüzle ilim öğrenmeğe çalışalım! İslâm için nasıl hizmet edeceğimizi sahabe-i kiram’dan öğrenelim! Çünkü en güzel insanlar onlar, şek şüphe yok. SAS efendimiz teminat vermiş, beyan etmiş, ordan biliyoruz:
(Hayrun-nâsi karnî) “İnsanların en hayırlıları, benim asrımda yaşayan insanlardır. (Sümmellezîne yelûnehüm, sümmellezîne yelûnehüm.) Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenler.”
Ashab-ı kiramdır birinci sırada… Tabiîndir ikinci sırada… Tebe-i tabiîndir üçüncü sırada… Bunların fazilet sırası böyledir. Bunların hayatlarını öğrenmek lâzım!
Gözyaşlarıyla okuyun! İslâm’ın ne kadar güzel olduğunu, imanın ne kadar heyecan verici olduğunu o sahnelerden, o okuduğunuz sayfalardan siz de anlayın; aklınızı başınıza toplayın!
b. İlmin Kaldırılması
Çünkü, bir de tehdit var; tehlike işareti, ikàzı var: (Kable en yukbeda) “İlim kabz olunacak, yâni ilim çekilip alınacak.” Kabz olmak ne demek, el koymak demek. İlim Cenâb-ı Hak tarafından alınacak, ilim kalmayacak.
Hadis-i şerifte Peygamber SAS buyuruyor ki:
“Allah ilmi verdikten sonra kulların akıllarından, gönüllerinden, kalblerinden, hafızalarından ilmi çekip almaz. İlmi kabzetmesi nasıl olur?.. (Velâkin yakbidul-ulemâ’) Alim, fâzıl, kâmil, zarif, edib, şerif kimseleri, büyük mübarek insanları alır. O evliyâ, mübarek ulemâ-i muhakkıkîn gidince, geriye cahil insanlar kalır. Hindi gibi kabaran, davul gibi öten, içi boş, yetersiz cahil insanlar kalır.
İnsanlar dini öğrenmek için onlara soru sorarlar. ‘Şu nasıl olacak, bu nasıl olacak?’ diye fetva sorarlar, mesele sorarlar. Akıllarına gelen veya karşılaştıkları müşkillerin, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına göre nasıl çözümleneceğini öğrenmek isterler, sorarlar. Fetvâ isterler onlardan. (Feeftev bigayri ilm) Onlar da, ilim olmadan, atarak, tahminen fetvâ verirler.” [RE. 91/11]
Tabii, ilim olmadığı zaman da cahilin fetvası çok kötüdür, çok tehlikelidir. Dinin tahribi öyle olur. Onlar hem kendileri dalâlete düşerler, hem de kendilerine soru soranları dalâlete düşürürler, sapıttırırlar. Dindarlar böyle saptırılmış olur, din ayaklar altına düşmüş olur.
Alimler gidecek, böyle bir durum olacak. O duruma gelmeden evvel ilmi öğrenin!
(Ve kable en yurfea) [İlim çekilip alınmadan evvel.] İlim çekilip alınacak. Bir nimetin kadr ü kıymeti bilinmedi mi, Cenâb-ı Hak o nimeti kadr ü kıymetini bilmeyen insanların elinden alır. Kànûn-u ilâhîsi böyledir Cenâb-ı Hakk’ın. Ayet-i kerimede de bildiriliyor:
(Lein şekertüm, leezîdenneküm) “Şükrederseniz, şükrettiğiniz nimeti daha da arttırırım. (Ve lein kefertüm) Eğer nimetin kadrini bilmez, nankörlük eder kâfir olursanız, münkir olursanız; (inne azâbî leşedîd) o zaman Cenâb-ı Hakk’ın azabı şiddetli olur, nimeti de alır.” Kıymeti bilinmeyen nimet elden gider.
İlim de kıymeti bilinmeyince, alınacak. Çünkü insanlar artık ilme aldırmıyorlar, dünyevî şeylerle, ceplerini doldurmakla, eğlenmekle, keyifle, zevkle, sefa ile meşgul oluyorlar. İlim, iman, ihlâs, itikad olmayınca, Allah’ın azabından korkmayınca, Allah’ın lütfunun elden kaçırılmasının, ne kadar acı ve feci olduğunu bilmeyince, düşünmeyince; yâni kâfirce, münafıkça, müşrikçe, dinsizce yaşayınca, Cenâb-ı Hakk’ın azabı şiddetli olur.
Bu dünya hayatı seksen yıl da olsa, yüz yıl da olsa çok kısadır, rüzgâr gibi geçer. Ecel aman vermez, Azrâil yakayı bırakmaz, imtihan biter. Kişiler buradaki dünya hayatına veda edecekler. Hiç kimse ölümden kurtulmuş değil. Herkes o ecel şerbetini içecek, herkes o kapıdan geçecek. Muhakkak bu böyle…
İmtihan biter. İmtihan bittiği sırada, perdeler kalktığı zaman Firavun da, “Ben de Benî İsrâil’in inandığı Allah’ın varlığını, birliğini şimdi kabul ediyorum, inandım; ben de müslümanlardanım!” demiş ama, yeis halindeki imanın kıymeti yok. Çünkü zaten her şeyi Allah gösteriyor, perdeler kalkıyor.
O bakımdan, ilim kabz olmadan evvel İslâm’ın, imanın ilmini öğrenin!.. Ama laf kalabalığı değil, kîl ü kàl değil, şu şöyle dedi, bu böyle dedi değil; “Ben mü’min olarak yaşayacağım, Allah’ın sevgili kulu olmak istiyorum, bu nasıl olacak?” İlim bu.
İlim insana fayda verir, Allah’ın rızasını kazanmayı sağlarsa… Allah’ın rızasını kazandırmayan, Allah’ın rızasının yolunu göstermeyen, sonunda insanı cennete götürmeyen, cenneti kazandırmayan, cehenneme düşüren bilgilerin hepsi, demek ki faydasız.
Gerçi İslâm’da bütün bilgiler, müslümanlar onları öğrensin diye emredilmiştir, bilgi değersiz değildir. Ama bilgiyi kullanmayıp da insan imtihanı kaybederse, kurtaramazsa, dünyada kâfir, müşrik olarak yaşayıp da ahirete hàib ve hàsir, mahv u perişan olmuş vaziyette gider de kahr-ı ilâhîye, azab-ı, ikàb-ı ilâhîye uğrarsa, o zaman başarısız olmuş oluyor.
Bu duruma düşmeyin! Bu duruma siz düşmeyin, çoluk çocuğunuz düşmesin, akrabanız düşmesin, vatandaşlarımız düşmesin, ırkdaşlarımız düşmesin… Benî Adem, bütün insanlar düşmesin… Hepsi cennete gidecek olsa, cennette hepsine çok bol miktarda yer var. Herkes için zâten cennette ve cehennemde yer hazırlanmış. Biz herkesin cennete gitmesini istiyoruz.
Söylüyoruz. Ama, anlayan anlıyor, anlamayan anlamıyor. Hattâ bazıları da bize bölücülük yapıyor diyormuş. Hàşâ… Kesinlikle herkesin iyiliğini istiyoruz. Hazret-i İsâ AS’a sevgimiz saygımız sonsuz. Hazret-i İsâ AS’ın yeri, şöyle göğsümüzün sağ tarafında… Mûsâ AS’a sevgimiz, saygımız sonsuz; onun yeri şöyle göğsümüzün sol tarafında… Göğsümüze, bağrımıza basmışız, bağrımıza taht kurmuş o mübarekler.
İbrâhim AS’ın yeri, Nuh AS’ın yeri, Adem atamızın yeri… Hepsinin bağrımızda tahtları var, onların hepsini seviyoruz. Onların söylediklerini söylüyoruz. Onların hayatlarında vazife gördükleri esnada insanlara söylediklerini söylüyoruz. Dikkatle dinlerseniz, dinleyenler dikkatle dinlerse, sözlerimizin hak olduğunu, hayır olduğunu, herkesin hayrına olduğunu anlar.
Mugalata yapıp da, “Bölücülük yapıyor, ayrımcılık yapıyor!” denmesi büyük haksızlık… Neden ayırımcılık olacak?.. Bilenle bilmeyen bir olur mu?.. İyilik yapanla kötülük yapan bir olur mu?.. Hırsızla dürüst bir olur mu?.. Elbette bir ayırım olacak. Ama bu ayırım, bilimsel bir ayırımdır. Kötüyü iyiye teşvik eden bir ayırımdır, kötünün kötülüğünü engelleyen bir ayırımdır.
Elbette kötünün karşısına çıkıp, birilerinin onun kötü olduğunu söylemesi lâzım, yanılanlara, “Yanlış gidiyorsunuz!” demesi lâzım!..
Burda koca levhaları koyuyorlar yollara… Geliş gidişi ayrı olan yolların çıkış yerine kırmızı levha koyuyorlar, (wrong way) “Burdan girme, yanlış bir istikamettir! Girersen hemen geriye git, çünkü burası çıkış yeridir. Burdan girersen ters taraftan gelenlerle çarpışırsın!” diye, ters yöne girmek isteyenleri ikaz ediyorlar.
Biz de ters yöne gitmek isteyenlere, (wrong way) “Yanlış yol!” dersek, bu ayırımcılık olmaz. (Go back!)[Geriye dön!] dersek, iyiliğini istiyoruz demektir. Aslında onların kurtulmasını istiyoruz. Çünkü vazifemiz o…
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimize hakkı hak olarak görüp ona uymayı, bâtılı bâtıl görüp ondan sakınıp korunmayı nasîb etsin…
Biliyorsunuz, Peygamber SAS Efendimiz pek çok hadis-i şeriflerinde Deccal’den bahsediyor. Ben bunları bazı toplantılarda bahis konusu ettim, ordaki hoca kardeşlerim de bahis konusu etsinler; Deccal ile ilgili hadis-i şerifleri toplasınlar!
Bütün peygamberler ümmetlerine Deccal’i anlatmışlar. “Deccal gelirse, sizin torunlarınız, yaşayanlar Deccal’le karşılaşırlarsa sakın aldanmasınlar, kanmasınlar! Onun sözü aldatıcıdır, davranışları kandırıcıdır. Deccal’e kanmasınlar. Onun alnında, (Hâzâ kâfirun) yazıyordur. Sağ gözü kördür; sadece solu görür, sağ tarafı görmez.” diye SAS Efendimiz bildiriyor.
Deccal hadislerinden çıkacak en umûmî sonuç nedir?.. Pek çok insan aldatıcılara yoğun bir şekilde, kesif bir şekilde, büyük çoğunlukla aldatıcılara kanacak, doğru sanacak, kapılacak. Bunu hatırlatıyor peygamberler. “Aman böyle usta, mâhir aldatıcılara kapılmayın, kanmayın!” diye her peygamber ümmetini Deccal’den ikaz eyleyip, korunmalarını ihtar eylemiş, sakındırmış.
Demek ki aldatıcılık var, demek ki kandırmaca var, demek ki büyük yanılgılar var… Demek ki tarihî yanılgılar var, demek ki toplumsal olarak da büyük çapta yanılgılar olabiliyor. Çaresi ne?.. İlim! Nasıl ilim?.. Kalbi nurlandıran gerçek ilim… Laf salatası, dedi kodu, kîl ü kàl değil.
Her kitabı okumamak lâzım! Kitabın yazarı o konuda o konuda salâhiyetli mi diye, iyice emin olmadan, bilenlere sormadan her kitabı okumamak lâzım!..
Şimdi ben camide bir kitap gördüm, benim kütüphanemde olmayan bir kitap. Aldım, okuyayım diye sayfaları açtım. Orda sahabe hayatını anlatan bir kitap… İsmini vermiyorum, aleyhinde bir şey olmasın, maksadım ticaretini baltalamak değil, kötülemesini yapmak değil.
Sonra onun anlattığı konuları, yanımdaki diğer muteber ana kaynaklardan inceledim. Baktım ki, isimler yanlış, olaylar yanlış; beni yanıltacak… Hemen o kitabı bıraktım, iade ettim.
Neden?.. Çünkü değersiz insanların, cahil insanların, –iyi niyetli de olsa– bilgisiz insanların yazdığı kitaplar, insanı yanıltır, yanlış sonuca götürür. En alim insanların, en değerli, salâhiyetli insanların yazdığı, en değerli kitapları okumak lâzım!
İlim elden kaçmadan önce, kendiniz öğrenin, çoluk çocuğunuza öğretin! Yavrularınızı cehennem ateşinden koruyun! Ailmelerinizi cehennem ateşinden koruyun!
Dünya üzerinde çok büyük aldatmacalar var, çok büyük seks, sefahat, afyon, esrar, milletlerin, nesillerin bozulmasına sebep olacak şeyler var… Büyük paralar dönüyor bu işlerde, sanayi haline gelmiş. Çok müstehcen şeyler var, çoluk çocuk kapılabiliyor. Tutamıyorsunuz; yavrunuz delikanlınız, yiğidiniz, kızınız elinizden kaçıyor.
Onun için çok çalışmak lâzım, çok gayret göstermek lâzım! Onun yolunu söylüyorum.
Tevhid Yılındayız. Tevhidi güzel anlamak için, tevhidin insanı nasıl değiştirdiğini; imanın ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar güzel olduğunu; yolumuzun, İslâm’ın ne kadar haklı olduğunu anlamak için, lütfen Sahabe Hayatından Tablolar kitabımızı –hediye ettik, kütüphanenizde duruyor– elinize kalemi alarak, üç cildini bu Ramazan sonuna kadar bitirin!
–Bitmedi Hocam!..
Tamam, bitmediyse ne yapalım?.. Biraz geç ikaz ettik. Ramazan’dan sonra da Şevval’de devam edersiniz.
Biliyorsunuz, Ramazan orucu bittikten sonra, bir de altı gün Şevval orucunu Peygamber SAS Efendimiz tavsiye ediyor. “Onu da tuttuğu zaman bütün seneyi oruç tutmuş gibi olur.” diye hadisi şeriflerde tavsiye buyuruyor. O bakımdan Ramazanda tamamlayamadıysanız, Şevvalde tamamlarsınız.
Elbette Ramazandaki güzel alışkanlıklarımızı, Ramazandan sonra devam ettirmek için alışkanlık ediniyoruz.
–Ramazanda ne alışkanlıkları edindik, nelere alıştık hocam?..
Oruç tutmaya alıştık… Sahura kalkmaya, teheccüd kılmaya alıştık… Camilere gitmeye alıştık; yatsı namazını, sabah namazını camide kılmaya alıştık… Kur’an-ı Kerim’i okumaya, mukabeleye alıştık; hafızları dinlemeye alıştık… Ne kadar güzel!.. Az yemeye alıştık, ikrama alıştık, ziyafete alıştık, davet vermeye, insanların duasını almaya alıştık…
Ramazan ne kadar bereketli, ne kadar güzel bir ay, aziz ve sevgili kardeşlerim!..
Alim çok sevap kazanır. Alim şehidden de üstündür. Alimler şefaat edecek; cennetin kapısında Cenâb-ı Hak onlara: “Durun, burda istediklerinize şefaat edin, istediklerinizi kurtarın!” diyecek. Mü’minlerden, günahkâr olanlardan, günahlarının affedilip cennete girmesi için şefaat edecekler.
Alimin derecesi şehidden de yüksek. Müteallim, yâni öğrenci, öğrenme durumunda olan; o da sevabı alacak.
Öğrenmenin yaşı yoktur, biliyorsunuz. Bizim örfümüz, adetimiz güzeldir; camilerde hocalar kürsülerde dersleri anlatır, kitapları takib eder. Onların müdavimi yaşlı insanlar vardır. Emeklidir, aksakallıdır, bastonla gelir camiye ama, o dersleri kaçırmaz. Çünkü ilmin yaşı yok… O yaşta öğrenir, uygular.
Öğrendiğinizi uygulayın; bir… Bir de başkalarına öğretin; iki… Tevhid Asrı’nın müessir olması için, Tevhid Yılı’nın verimli olması için bildiklerinizi bir öğretmek… Önce çocuklarınıza, hanımınıza, akrabanıza, yakınlarınıza öğreteceksiniz, derece derece…
Her türlü imkân ve müktesebâtınızla, var gücünüzle İslâm’ı korumaya çalışacaksınız. Çünkü, birileri var gücüyle İslâm’ın nurunu söndürmeğe çalışıyor, müslümanları mahvetmeğe çalışıyor. Müslümanlara yeryüzünde hayat hakkı bile tanımıyorlar da, toptan imhaya, yâni jenosid dedikleri katl-i âm, bir ırkı topuyla yok etme yamyamlığına girişiyorlar ve birileri de sessiz sedasız onları destekliyor. Bazı hainler ve zalimler ve fasıklar ve fâcirler ve beyinsizler de o zalimlere alet oluyor.
Muîni zâlimin dünyâda erbâb-ı denâettir;
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten!
[Dünyada zalimin yardımcısı aşağılık insanlardır. İnsafsız avcıya hizmet etmekten zevk alan köpektir.]
Kimisi böyle sayyâd-ı bî-insafa alet oluyor, hizmet ediyor. Biz ne yapacağız?.. Biz de sahabe gibi dinimizin yayıcısı, savunucusu, öğreticisi olacağız!
Allah’ın nuru sönmeyecek! Kıyamete kadar İslâm’ı tutan, İslâm’ı savunan, İslâm’a yardımcı olan, İslâm için cihad eden bir topluluk, bir zümre var olacak!.. Dilerim ki Allah bizleri ve sizleri onlardan eylesin…
c. Takvâyı Kendinize Hal Edinin!
Bir derste, üç hadis-i şerif okuyalım hiç olmazsa… İkinci hadis-i şerifi okuyorum. Efendimiz yine umûmî bir hitapla başlamış, buyuruyor ki:
RE. 495/7 (Yâ eyyühen-nâs) “Ey insanlar! (İttahizû takvallàhi ticâreten) Takvâyı, yâni titiz, temiz, hassas, dikkatli müslüman olmayı, günahlardan, haramlardan kaçınmakta çok dikkatli iyi müslüman olmayı kendinize bir ticaret edinin, bir hal edinin!” buyuruyor.
(Feinne hayraz-zâdit-takvâ) “En hayırlı mal, azık, yolda bir insana en çok yarayacak şey takvâdır.”(Bakara: 197) buyuruyor Kur’an-ı Kerim. Ahiret yolunun gıdası peynir ekmek, süt yoğurt değildir; ahiret yolunun gıdası takvâdır. Ahiret yolunda sağlam yürümek için, cennete ulaşabilmek için, tehlikeleri aşabilmek için, bâdirelerden korunmak için, herkesin takvâ ehli olması lâzım, müttakî kul olması lâzım! Titiz, temiz, sâlih, hàlis, dikkatli, uyanık müslüman olması lâzım!..
Bunu kendinize ticaret edinin! (Ye’tîkümür-rizku bilâ bidàatin ve lâ ticâretin) “Mal, sermaye, dükkân, ticaret olmadan rızkınız o zaman size geliverir.” buyurdu. Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu Peygamber Efendimiz delil olarak:
(Ve men yettakıllàh) “Kim takvâ ehli olursa, titiz, güzel müslüman olursa, (yec’al lehû mahracâ) Allah onu sıkıntılardan çıkartır. Ona sıkıntılardan bir çıkış yolu yaratır.” Yâni daraldı, çevrildi, kuşatıldı, sıkıntılar sardı, bastırdı ama, Allah onu kurtaracak bir çıkış yolu yaratır. (Ve yerzukhü min haysü lâ yahtesib) “Onu hiç ummadığı, hesab etmediği yerden rızıklandırır.” (Talâk: 2-3)
Demek ki Cenâb-ı Hak seviyor, rızıklandırıyor.
–Nasıl rızıklandırır, misal verebilir misiniz?..
Verebilirim. Benî İsrâil’i, Mûsâ AS’ın ümmetini, ashabını Firavun’dan kurtardı. Firavundan kaçtılar, denizden geçtiler, Firavun boğuldu. Ama çöle geldiler, muazzam bir çöl… Fırın yok, bakkal yok, kasap yok, para yok, mal yok, köy yok, şehir yok… Orduların, hazırlıklı zümrelerin geçemediği, durakladığı bir büyük çöl orası… Orada Cenâb-ı Hak onlara bıldırcın eti ile, kudret helvası yedirerek etle besledi. Gölge ile gölgelendirip bulutla güneşten kavurmadı.
Demek ki Cenâb-ı Hak, –tarihte misâlleri çok– Allah’tan korkanı rızıklandırıyor, gökten bıldırcın yağdırıyor.
Başka bir misâl söyleyeyim: Peygamber Efendimiz üçyüz kişilik bir askerî birliği göndermişti. Onlar da düşmanları bir yol güzergâhında bekliyorlardı. Gelirse, savaşacaklar, geçirmeyecekler… Ama azık yoktu, mal yoktu. Medine’de de yoktu. Peygamber Efendimiz komutana, üçyüz kişinin başkanına bir torba hurma verdi. O komutan da vazife uzun, azık az, eldeki hurmalar az, sayı da fazla olduğundan –üçyüz kişiler– hepsine günde bir günde bir hurma veriyordu.
Bir günde bir hurma, muhterem kardeşlerim!.. Bastırarak söylüyorum ki, bilin, o mübarekler nasıl cihad etmişler, anlayın!.. Bir hurma veriyordu, onlar bir hurmayı yutmuyorlardı, ağızlarında çocuğun meme emdiği gibi emiyorlardı. Üstüne su içiyorlardı. Bir hurma ile yetiniyorlardı, nihayet o da bitti.
Ama düşman da gelmedi, vazife de devam ediyor. O sırada denizden büyük bir balina balığı karaya vurmuş. Allah vurdurtuyor. Müsebbibül-esbâb olan, her türlü olayı yaratan, halkeden, rızkı gönderen Allah, balinayı kenara vurdurdu. Koca balina… Bunlar ne yaptılar?.. Balinanın başına gittiler, taze et, kokmamış balık eti… Balinayı kendilerine azık yaptılar. Orda üçyüz kişi bir ay daha kaldı. Orda balinanın etini yeyip, öyle yaşamalarına devam ettiler. Çünkü torbalarındaki hurma da bitmişti.
Balık öyle büyüktü ki, –muazzam bir şey demek ki, ama işte Cenâb-ı Hak nasîb ediyor–gözünün çanağına 13 kişi sığıyordu. Bakalım ne kadar büyük diye, komutan girin bakalım demiş, büyüklüğünü ölçmek için sokmuş; 13 kişi gözünün çukuruna giriyordu balığın. Sonra kaburga kemiklerini, yâni kılçıklarını çattıkları zaman, altından deve ile geçiyorlardı, koca bir kemer gibiydi. Onu bir ay yediler.
Sonra düşman gelmeyince, döndüler Peygamber Efendimiz’in yanına. Peygamber Efendimiz’e olanları anlattılar. Dedi ki:
“-Onu Allah size göndermiş rızık olarak…”
O olmasaydı, orada o kimseler açlıktan ne yapacaklardı. Cenâb-ı Hak kulum dedi yarattı, rızkını da vaad etti, yazdı kader sayfalarına… Öyle balığı gönderiyor işte, balık etini yedirtiyor.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“–Onu size Allah göndermiş, Allah’ın husûsî ikramı… Allah’ın ikramı olduğu için, bize de verin, biz de tadalım!” dedi, kendisi de o etten tattı.
Tabii oraları çok sıcaktır, onu hatırlatayım. Hemen kuruyordu, pastırma gibi oluyordu. Arabistan’da da, sıcak günlerde kurban kesildiği zaman, o bedeviler etleri toplarlar, taşlara sererler. Etler hiç kokuşmaz, hemen kuruyuverir. Ondan sonra o kurumuş etleri, zamanı geldikçe pastırma gibi ıslatıp ıslatıp yerler.
Yâni Cenâb-ı Hak müttakî kulları rızıklandırabiliyor. Bunun tarihten, gerçeklerden misallerini verdim. Demek ki, hepimiz müttakî kul olacağız.
Kimisi bana diyor ki:
“–Hocam, işte müslüman olduğum için şu sıkıntıyı çekiyorum, bu sıkıntıyı çekiyorum; ne tavsiye edersiniz?..”
Takvâyı tavsiye ederim. Neden?.. Allah-u Teàlâ Hazretleri müttakî kulları rızıklandırıyor da ondan. Ahiret yolculuğunun en önemli sermayesi, en kıymetli sermayesi, ahiret yolculuğunda en iyi azık takvâdır da ondan… Allah müttakî kulları sever de ondan…
(Ennallàhe meal-müttakîn) “Allah müttakî kulların yanında yer alır, onların safını destekler, onlardan yana olur” da ondan… Ne rızkınız geriye kalır, ne işiniz geriye kalır. Cenâb-ı Hak savaşta bile müttakî olursa, sabrederse, zaferi müttakîlere, sabreden mücâhidlere verir:
(Ve in tasbirû ve tettekù lâ yedurruküm keydühüm şey’â) [Eğer sabreder ve takvâ sahibi olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez.] (Âl-i İmran: 120) buyruluyor.
Onun için ey beni dinleyen sevgili kardeşlerim, müttakî kul olun, imanınızı korumağa gayret edin; Allah hem rızıklandırır, hem de umduklarınıza nâil eder.
Bir de bugün gene hatırlatayım: Abdullah ibn-i Mes’ud’u çok seviyorum, Kur’an-ı çok iyi bilen bir sahabî… Allah şefaatine erdirsin, radıyalliahu anh. Vefat edeceği zaman Hazret-i Osman ziyaretine gelmiş de:
“–Hastasın, şimdiye kadar almadığın maaşları bu sefer al bâri!..” diye teklif edince, demiş ki:
“–Onlara benim ihtiyacım yok!”
Zâten sağlığında almamış, ölünce ne yapacak parayı?.. Hazret-i Osman demiş ki:
“–Senden sonra kızlarına kalır.”
Demiş:
“–Ey emîrül-mü’minîn! Sen benim kızlarımı ben öldükten sonra aç, açık mı kalacak sanıyorsun?.. Ben onlara Vâkıa Sûresi’ni ezberlettim. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyurmuştu ki:
‘–Kim Vâkıa Sûresi’ni ezberler, her akşam okursa, hayatında aslâ yokluk, sıkıntı, fakirlik çekmez.’
Ben onlara onu öğrettim, onlar sıkıntı çekmezler.” dedi.
Bunu da bilin: Vâkıa Sûresi’ni her akşam okuyun, ezberleyin! Cenâb-ı Hak hem maaş versin, hem rızık versin, hem işlerinizi rast getirsin; hem de Allah’ın sevgili kulu olun!..
İkinci hadis-i şerif de çok önemli… Hadis-i şerifi söyledikten sonra Efendimiz, ayet-i kerime ile de sebebi beyan eylemiş.
d. Mü’min Kardeşini Sevindirmek
Üçüncü hadis-i şerifi okuyarak dersimi bitirmek istiyorum. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
RE. 494/9 (Yâ enes! E mâ alimte enne min mûcibâtil-mağfireti idhâlükes-sürûri alâ ahîkel-müslim, tüneffisü anhü kürbeten ve tüferricü anhü gammen ev türcî ileyhi day’aten, ev takdì anhü deynen, ev tühlifühû fî ehlihî.)
Enes RA’a Efendimiz’in tavsiyesi olduğu için, iyice hatırında tutmuş, o rivayet ediyor İbn-i Ebid-Dünyâ kitabına kaydetmiş bu hadis-i şerifi. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
“–Ey Enes! (Emmâ alimte) Sen hiç bilmedin mi ki, bilmiş olman lâzım, bil ki; (min mûcibâtil-mağfireti)Cenâb-ı Hakk’ın insanı afv ü mağfiret eylemesinin sebeplerinden birisi; onu icab ettiren, mağfireti sağlayan, insanı Allah’ın mağfiretine mazhar edecek işlerden birisi; (idhâlis-sürûri alâ ahîkel-müslim)mü’min kardeşinin gönlüne sevinç sokmandır, yâni onu sevindirmendir. Mü’min kardeşinin sevinmesi, senin mağfiret olunmana sebep olur.”
Mü’min kardeşlerimiz ne kadar?.. Bir milyarın üstünde, birbuçuk milyar mü’min kardeşimiz var. Çevremizde, kuzey Irak’ta, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Kıbrıs’ta, Kırım’da, Cezâyir’de, Tunus’ta, Somali’de, Afrika’da, Asya’da ve dünyanın pekçok yerinde mü’min kardeşlerimiz var. Onları sevindirmemiz lâzım! Onları düşünmemiz lâzım, onları desteklememiz lâzım!
Afv ü mağfiret istemiyor muyuz?.. “Allahım beni affeyle, şu Ramazanda beni bağışla, hatalarımı günahlarımı mağfiret eyle!.. Bundan sonraki ömrümde, beni kul olmağa muvaffak eyle… huzuruna vardığım zaman yüzümü ak eyle… Cehenneme atıp ateşlere yakma; cennetine dahil eyle, habîbine komşu eyle…” demiyor muyuz?.. Diyoruz.
İşte onun yolu, mü’min kardeşine, müslüman kardeşine sevindirici bir iş yapmak…
Bunlar neler olabilir?.. (Tüneffisü anhü kürbeten) “O bir sıkıntıdan daralmışsa, ona bir nefes aldıracak bir destek yaparsın. (Ev tüferricü anhü gammen) Yahut da, bir şeye gamlanmış, kederlenmiş ise, o gamını, kederini giderirsin. ‘Niye üzülüyorsun? Üzülme kardeşim, tamam, ben onu halledeyim!’ dersin, onun o üzüntüsünü feraha, sevince çevirttirirsin. (Ev türcî ileyhi day’aten) Yahut kaybını ona buluverirsin, kaybettiği şeyi telâfi ediverirsin, gösteriverirsin. yitiğini bulmakta ona yardımcı olursun.(Ev takdì anhü deynen) Yahut borcunu ödeyiverirsin. ‘Tamam, senin borcunu ödedim, üzülme kardeşim!’ dersin; sevinir. (Ev tühlifühû fî ehlihî.) Yahut da o cihada filân gitmişse, ailesinin başında reis yoksa, hanım ve çocuklar yardımcısız kalmışsa; gidersin, onlara yardımcı olursun. ‘Sizin büyüğünüz yok, çarşıdan bir şey alınacak mı, size bir yardımım dokunabilir mi? Bir hizmetim var mı?’ diye gidersin.”
Bizim kardeşlerimiz bu devirde seyahat oluyor, gidiyorlar. “Hocam, ben gittim, geldim. Bizim eve falanca arkadaş gitmiş, filânca arkadaş gitmiş. ‘Bir ihtiyaç var mı, alınacak bir şey var mı bacı?’ demiş. Maşaallah, benim yokluğumda yardımlarını esirgememişler.” diyor.
Bazısı da diyor ki, böylelerine de rastladım:
“–Hocam, onbeş gün işlerim için seyahatteydim, döndüm geldim. Hiç kimse kapımızı çalmamış. Bizim hanım ve çocuklar çok sıkıntı çekmişler.”
Demek ki, giden bir kimsenin geride bıraktıkları kimselere yardım edip, onu sevindirmek tarzında da olabilir. O zaman o kişi memnun olur. Ötekiler de, başlarında büyükleri olmayanlar da, dardan kurtulmuş olurlar, dua ederler.
Tabii bu, seyahate gitmek de olabilir, ahiret yolculuğu da olabilir. Adamcağız ölmüş, dul karısı kalmış, yetimler kalmış… Yardımcı olmak lâzım!..
Şimdi, zelzeleler geçirdik. Birçok kardeşlerimizin evleri yıkıldı. Ailelerinden pek çok kimse toprak altında, duvar altında, beton altında kaldılar, şehid oldular inşâallah… Çünkü yıkılan duvar altında kalan şehid oluyor.
E onlar dertliler, perişanlar… Ne buzdolabı kaldı, ne evdeki eşyalar kaldı, ne yatak yorgan kaldı… Sıkıntıdalar. Şimdi onlara yardım etmenin zamanı. Elimizden geldiğince, bir kardeşimizi hiç olmazsa, kollayıp gözetebiliriz.
Yardım edilecek kimseler Türkiye’de var… Kafkasya’da var, Grozni’de var… Bombalar yağdı, evler yıkıldı, kar yağıyor… Bosna’yı çoktan unuttuk, Kosova’yı unuttuk. Oralarda gül gülistan mı ortalık?.. Kuzey Irak’ta, Somali’de Afrika’da, dünyanın her yerinde müslüman kardeşlerimize iyilik yapmak, onları sevindirmek, onların duasını almak çok sevaplı… Ramazanda özellikle yaparsanız, sevabı çok.
Ramazanda yapılan iyiliğin sevabı, aynı iyiliği Ramazan dışında yapsan alacağın sevabın yetmiş kat daha fazlası… Onun için zekâtlarınızı Ramazanda verdiyseniz sevabı kat kat…
Burada ictimâî dayanışma ve halkın devlet tarafından kollanması çok güzel yapılıyor. İşsize maaş var, kolaylıklar var. Kimsenin aç ve açık kalması bahis konusu değil…
Ama bizde fakir çok. Onun için, buradaki kardeşlerimiz de topladıklarını oralara gönderiyorlar, oradaki kimselere dağıtılmasını istiyorlar; doğru yapılıyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri hayrât ü hasenâtımızı kabul eylesin… Bizleri riyâdan, gösterişten korusun… Böyle şeylerin gizli olması lâzım ama, hoca olduğumuz için de söylemek zorunda kalıyoruz. Gizli olsa başkaları bilmez. Farz olan şeyleri âşikâre yapıp da, başkalarının da bilmesini ve hatırlamasını sağlamak da dinin usûlündendir.
Allah-u Teàlâ Hazretleri riyâdan korusun, gösterişten korusun… Amellerin sevabını kaçıran, ecir alınmasını engelleyen esbâbdan korusun, kurtarsın… O gibi durumlara düşünmesin…
Şu Ramazanı çok güzel geçirmeyi nasîb etsin… Ramazanın feyzinden, bereketinden tam istifadeyi nasîb etsin… Eski günahlarımızı tamâmen silsin… Kul haklarını bizim nâmımıza onlara ödesin, kul haklarından da kurtarsın… Çünkü onlar daha çok mühim. Günahlar tevbe ile gidiyor da, kul haklarını sahibiyle konuşmak lâzım! Cenâb-ı Hak bizi kul haklarından da kurtarsın, günahlardan da kurtarsın…
Eskiden tabii haramlara, günahlara bulaştıysa insan, haram lokma yediyse; bunlardan vücudunda hasıl olan etlerin cehennemde yanması tehdidi var… Onlardan da kurtarsın, onları da temizlesin rahmeti deryasında… Hepimizi annemizden doğduğumuz gündeki suçsuz, günahsız, tertemiz hàlimizdeki gibi, bu Ramazanda yeniden doğmuş gibi tertemiz eylesin…
Bundan sonra da defter-i a’mâlimizi günahlarla, isyanlarla kirletmemeyi, mülevves hale getirmemeyi nasîb etsin… Sevgili kulu olmayı nasîb etsin… Ömrümüz bitip de ahirete göçtüğümüz zaman, huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmamızı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmamızı, Peygamber Efendimiz’in komşuluğuna ermemizi ve cemâlini görmemizi, selâmına ermemizi Cenâb-ı Hak nasîb eylesin… Ve rıdvân-ı ekberine cümlemizi nâil eylesin…
Bihürmetismihil-a’zâm, ve bihürmeti nebiyyihil-ekrem, ve bihürmeti şehri ramadàn, ve bihürmetis-sıyâmi vel-kıyâm, ve bihürmetil-ezkâr vel-ibâdâtü vet-tâàt, ve bihürmeti esrârı sûretil-fâtihah!..
31 Aralık 1999 – Avustralya
Prof.Dr.Mahmud Es’ad COŞAN (R.Aleyh)
Kaynak: www.iskenderpasa.com